Yaptıklarım, okuduklarım, seyrettiklerim, dinlediklerim, gezdiklerim …

10 yaşına kadar Kırklareli’nde yaşadım. Babamın tayini dolayısıyla Kıbrıs’a gitmek zorunda kalmıştım. İlkokul 3.sınıfa kadar Hamdi Helvacıoğlu İlkokulu’nda okudum. Öğretmenim Abdülkadir Özkınay idi. Hem öğretmenimle konuşmak, hem de çocukluk anılarımın geçtiği yerleri görmek, uzun yıllardır aklımdaydı. Her yıl, bu yıl gideceğim derdim ama bir türlü gitmezdim, gidemezdim. Ama bu yıl ailemin yanında geçirdiğim tatili yarıda kesip, Kırklareli’ne gittim.

Öğretmenimi, kaldığımız 3 ayrı evi, Hamdi Helvacıoğlu İlkokulu’nu, il halk kütüphanesini, pazar yerini (şu an eski pazar yeri), şehrin meydanlarını gördüm. Şehir çok fazla değişmemiş; sadece mesafeler kısalmış gibi, göründü. Çocukken uzun süren yollar, ne kadar da kısaymış. Okulun bahçesi bana hep kocaman görünürdü, gerçekte küçükmüş. Şehir çok gelişmemiş, coğrafi olarak iyi bir konumda olmadığından, ilçeleri olan Lüleburgaz, Pınarhisar gelişmişlik düzeyi olarak bağlı oldukları şehri geçmiş.

İstanbul otogarından saat 11:45’de Şampiyon Hersekli firması ile Kırklareli’ne doğru yola çıktım. Şirketin otobüsünde bilgisayar sistemi olmadığından (!), herkes cep telefonlarıyla görüşebiliyordu. Otobüs otogardan çıkana kadar dolmuş gibi çalıştı. Her 10 metrede bir durup, yolcu alıyordu. Bilet 20 YTL idi. Saat 12 civarı otogardan çıktık. 14:20′ de Lüleburgaz’a geldik. 10 dakika mola verip, yola çıktık. 10 dakika sonra Babaeski’ye vardık. Yolcu indirdik ve 30 dakika sonra yani saat 3 civarı Kırklareli’ne vardım.

Sırtımda çantam vardı. Belki bir gece otelde kalırım, diye hazırlık yapmıştım. Öyle ya koca bir şehri bir günde gezemem, diye düşünüyordum. İlkin Öğretmenler Evi’ne gittim.

Hocam Abdülkadir Özkınay’ı gördüm, elini öptüm. Bir masada oturup, sohbet ettik. Ayranlarımızı içtik. Daha çok O anlattı; ben dinledim. Duygusal, keyifli, güzel bir sohbet yaptık. Kendisi hakkında bilmediğim bir çok şey öğrendim.

Sohbetimiz esnasında yaşadıklarını anlatırken; bilhassa eski öğrencilerini anarken, gözleri yaşlandı. Bir öğrencisi Türkiye 1. si olmuş, kendisine gazeteciler sormuş, ” Nasıl 1. oldunuz? “. Öğrencisi de Abdülkadir öğretmeni göstermiş, ” O’ nun sayesinde…” Tüm öğrencileri O’ nu görür görmez sarılır, elini öper.

1936 Kırklareli doğumlu ve tüm öğretmenliği Kırklareli’nde geçmiş. 1996 yılında emekli olmuş. 38 yıl, 4 ay öğretmenlik yapmış. Kendisinden adlarını unuttuğum bir çok sınıf arkadaşımın adını aldım. Onlara ulaşıp, neler yaptıklarını öğrenmek istiyorum. İsimlerini öğrendiklerim: İlker Virlan, Ali Özdemir, Ümit Toklucu, Osman Dizman, İsmail Erçin, Erman Rodoplu, Zafer Sarıkaya, Bülent Şallı, Tutku Ateş, Banu Ovalı, Gülin Kulil, Serpil Avlan, Emel Ketbağ, Selda Özkınay (Öğretmenimin kızı), Bahar Leblebici, Gülşah Yüksel, Hakan Doğanlı.

Asker, polis babalarının tayini dolayısıyla okuldan ayrılmak zorunda kalan çocukların, annelerinin, babalarının ağlayarak okuldan ayrıldıklarını öğrenmek içimi çok burktu. Ben de ayrılırken çok üzülmüştüm. Çünkü O’nun gibi bir öğretmenimin bir daha asla olamayacağını biliyordum; nitekim de yanılmadım. Babamın tayini dolayısıyla 3. sınıfa kadar O’nun öğrencisi oldum. Eğer 5.sınıfa kadar okuyup, mezun olsaydım, hayatım kimbilir ne kadar değişecekti…Sınıftaki öğrenci sayısının çok olduğunu; diğer sınıflardaki öğrencilerin bile O’ nun sınıfına gelmek için araya torpiller koydurttuğunu öğrendim.

O’nun kadar iyi yürekli, öğrencilerini çocukları gibi gören, 38 yıllık öğretmenlik hayatında sadece 3-5 gün izin yapmış, okul müfettişlerine bile kafa tutan, yanlış yapan müfettişleri dövmeye kalkan, öğrencisini müfettişlerce ezilmesine izin vermeyen, bir öğrencisinin dershane parasının yarısını cebinden karşılayan (öğrencinin kendisi, anası, babası bile bu durumu hala bilmiyor), kendi deyimiyle “eşşek gibi çalışan” bir öğretmen var mı acaba Türkiye’de yada dünyada bilmiyorum…

Kendisini eski pazar yerindeki öğretmenler evinde bulabilirsiniz. Öğrencileriyle sohbet etmek kendisini çok memnun edecektir. Kendisine tekrar kucak dolusu sevgiler gönderiyorum. İki saate yakın sohbetten sonra yanından ayrıldım.

Öğretmenler Evi eski pazar yerindeydi. Kaldığım evlerden biri de oradaydı; gidip evimizi gördüm. Ev hala duruyordu.

Sonra Hamdi Helvacıoğlu İlkokulu’na gittim. Okul değişmiş, yeni bir bina yapılmış. Okulun yaklaşık 800 öğrencisi varmış. Şehrin en iyi okulu imiş, benim zamanımda da en iyi okuldu.

Okuldan çıktıktan sonra tren garına gittim. Garın kapısına kilit vurulmuş, galiba artık trenler işlemiyor. Çocukken garın etrafında yeşil çimenlerde yatıp, gökyüzünü seyrederdik hep; yine öyle yaptım; gökyüzünüzü seyrettim.

Sonra Kırkşehitler’e doğru yola çıktım. Yol yokuştur. Kaldığımız evlerden biri de oradaydı. Eve uzaktan bakabildim; ev hala duruyordu.

Yoldan geri dönerken, etrafımı yaşları 6 ile 10 arasında olan çocuklar sardı. Elimdeki fotoğraf makinesini görünce merak etmişler; abi bizi de çeksene dediler. Ben de onların fotoğraflarını çektim, biraz da sohbet ettim. Çocuklara söz verdim , fotoğraflarınızı siteme koyacağım diye. Çocuklar sitemdeki fotoğraflarını görünce çok sevinecekler. Onlara tiyatrodan biraz bahsettim. Meğerse onlar müzisyenmişler. Çocuklardan Pelin Hip hop dans edermiş, Nursel şarkıcı imiş; Ergin, Ümit, Görkem davul, Murat klarnet çalarmış…

Soldan sağa: Ümit, Görkem, Murat, Ergin, Pelin, Nursel

Pelin ile Nursel

Ümit ile Murat

Ergin ile Görkem

Çocuklara elveda dedikten sonra, tekrar şehre indim. Saat 18 civarı idi. 3 saatte tüm şehri olmasa bile benim çocukluk anılarımın olduğu her yeri hatta daha fazlasını gezmiş oldum. 18:45 otobüsüne binip, İstanbul’a doğru yola çıktım.

Benim için çok güzel bir gün oldu. Bilhassa öğretmenimi görmek beni çok sevindirdi. Tahminim odur ki; öğretmenim benden daha çok sevinmiştir. Keşke daha çok eski öğrencisi O’nu ziyaret etse…

Yorum bırakın

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.