Yaptıklarım, okuduklarım, seyrettiklerim, dinlediklerim, gezdiklerim …

Archive for Ekim, 2008

İlyada üzerine

Hilmi Bulunmaz tüm zorluklara karşın küçücük salonda tiyatrosunu (Bulunmaz Tiyatro) sürdürüyor. Tiyatro bu yıl İlyada ile sahnesini açmış. Genç oyuncu Kazım Şimşek, Homeros’un yapıtının Azra Erhat ve A. Kadir çevirisinden bazı bölümleri okuyor. Oyunu anlamak için biraz mitoloji bilmek gerekiyor, aksi halde metinde adları geçen kahramanlar izleyiciye fazla bir anlam ifade etmeyebilir. Umarız bu küçük ortamda tiyatro hep sürer, Şimşek te bu ağır metindeki başarısını başka oyunlarda da sürdürür.

Kaynak: eydost-tiyatro.azbuz.com

Not: Link artık çalışmamaktadır.

Ferhan Şensoy’ un "Fernâme" sini izledim…

18 Ekim 2008 Cumartesi günü Ferhan Şensoy‘ un oynadığı “Fernâme” oyununu Ortaoyuncular Sahnesi‘ nde izledim.

Uzun zamandır Ferhan Şensoy’ un bir oyununa gitmek istiyordum. Bir hafta önce 35 YTL vererek 1. sıra, 5 numaralı koltuk biletimi aldım. Bilet parasının sadece nakit ödenebilmesi ve satılan biletin iade edilememesi durumuna dikkat edilmesi gerekir.

Oyunun başlamasına 5 dakika kala Halep pasajına girip, Ortaoyuncular Sahnesi’ ne vardım. Salonu ilk kez gördüğüm için etrafa meraklı gözlerle bakıyordum. Salonun mimari yapısı çok hoşuma gitti.

Oyuna başlarken cep telefonlarının kapatılması gerektiği yada kapatmazsak başımıza neler gelebileceğini bildiren, esprili dilli bir anons duyduk. Tabii ki anonsu yapan Ferhan Şensoy’ un kendisiydi.

Anons bitti ve perde açıldı. Bu, Ferhan Şensoy’ u ilk görüşümdü. Elindeki trompetini çalarak oyuna başladı. Oyun iki perdelik ve süresi yaklaşık 2.5 saat.

1. perde Ferhan Şensoy’ un toplum, siyaset, teknolojinin insan hayatındaki etkileri gibi bir çok alandaki sorunları esprili bir dille getirdiği konuşmasıyla geçti.

2. perdede, Ferhan Şensoy’ un kaçamak diye nitelediği sinemayla olan ilişkisini dinledik. Oynadığı 7 filmden esprili bir dille bahsederken, gözlerinin nemli olması dikkatimi çekti. Eski anılarını bize anlatırken tahminim; eski, güzel anılarının aklına gelip duygulandığıydı. Beş yaşındayken, babasına ait sinema salonunda filmleri nasıl izlediğini anlatırken, duygulandığını görmemek imkansızdı. Tiyatro oyunculuğundan aldığı zevki, sinema oyunculuğundan almadığını söylemesiyle, O’ nun sinemayla pek de iyi olmayan ilişkisinin, kendisinde çok fazla rahatsızlık yaratmadığını düşünebiliriz. Kendisinin yazdığı “Afitap’ ın Kocası İstanbul” eserinin sinema filmi olarak çekmek istediğini öğrendik.

Oyunda belden aşağı espriler, küfürler vardı. Çok sık olarak kelime oyunlarına başvurdu. Örneğin internet yerine interflu gibi… Bu durum, izleyicide, biraz işin kolayına kaçıyor gibi bir duygu uyandırsa da, oyun süresinin 2.5 saat olması ve Ferhan Şensoy’ un neredeyse durmaksızın konuşması dolayısıyla, böyle basit esprilerin olmasını normal karşılıyorum. Oyunda böyle basit esprilerden sayıca daha çok, zekice ve üzerinde daha çok düşünülmüş esprilerin olması oyunu keyifli kılıyor.

Oyunda seyircilerle birebir temasa geçmesi, onlarla sohbet etmesi kendisine duyduğu güvenden kaynaklanıyor.

Fernâme aslında Ferhan Şensoy’ un bir yangınnâmesi, bir şikayetnâmesi gibiydi. Oyun 190. kez sahnelendi. Her defasında kendisini yenileyen bu oyunu seyretmekte fayda vardır diye düşünüyorum. Tahminim odur ki; Ferhan Şensoy yaşadıkça, sahnede ayakta kalabildiği sürece bu oyunu sahneleyecektir.

Benim web sitem de aslında benim Kâzımnâmemdir; değil mi 🙂

Bulunmaz Tiyatro yönetmeni, yazar, şair Hilmi Bulunmaz 19 Ekim 2008 günü oynanan Homeros’ un Ilyada oyununu değerlendiriyor

Dün, oyunumuza dört izleyici geldi. İbrahim, Ömer, Suat ve Şafak… İbrahim Öner, bir tiyatrocu. Ömer Faruk Keleş, yakın zamana dek tiyatroculuk yaptıktan sonra, Suriye’de bir yıl kalıp, şimdi İlahiyat Fakültesi’nde okuyan biri. Suat, eşinden boşanınca, kendisini Beyoğlu’nun griliğine vuran bir punkçı (yada punk). Şafak, Yıldız Teknik Üniversitesi Makine Mühendisliği’nde öğrenci; aynı zamanda Pandora dergisinin müzik, sinema ve tiyatro eleştirmeni…

Suat ve Ömer, tiyatromuzun emekçisi Mehmet Şahin’den duyup gelmişler oyunumuzu izlemeye. İbrahim, benden öğrenmişti. Şafak, Cumhuriyet gazetesindeki ilanımızı görüp gelmiş. Homeros adı ilgisini çekmiş. Homeros ve benzeri yazarların tiyatroya taşınmadığını bildiğinden, ilgilenmiş gösterimizle…

Oyun öncesi başlayan sohbetimiz, oyun sonrası da sürdü. İzleyicilerin yaşamlarına değgin birçok şey öğrendik. Onlar da bizim yaşamlarımıza değgin birçok şey öğrendiler. Konuşmak, oynamak denli önemli…

Hilmi Bulunmaz

Yelkenliyle yolculuk…

Çalıştığım şirket çalışanlarına motivasyon vermek, çalışanlar arasında ekip çalışmasını güçlendirmek için yelkenli eğitimi almamızı sağladı. İki gün süren bir eğitim sonucunda ancak başlangıç düzeyine yakın bir bilgi alabildik; çünkü normalde bu eğitimin 3 hafta sürmesi gerekiyordu.

Eğitimde sancak, iskele, tramola, kavança, rüzgar seyri, orsa, pupa gibi terimler ve çok basit düğüm atma stillerini öğrendik. Eğitmenimiz bir üniversitede işletme dersi hocalığı yapan Selim Yazıcı idi.

11 Ekim 2008 ‘ de 08:30′ da yelken kulübünde toplandık. Toplam 28 kişiydik. Dört ayrı tekneye binmek için gruplara ayrıldık. Bizim grupta Selim Hoca’ nın olması da bizim için bir şans idi. Saat 10:00 civarı teknemize geldik. Tekne bir yarış teknesi ve adı Şan idi.

Saat 10:00’da teknenin motorunu çalıştırıp, Kalamış marinadan ayrıldık. Hedef Heybeliada’nın Çamlıca koyuydu. Tüm yelkenlilerde motor bulunup; limana giriş ve limandan ayrılırken bunlar kullanılır.

Açık denizde çıkınca ana yelkeni ve önde bulunan ve ana yelkenden daha küçük Cenova yelkenini şişirdik ve yola koyulduk. Yola çıkar çıkmaz yağmur başladı. Yağmur altında sırayla safra olduk; ana yelken vincini, iskele ve sancak cenova yelken vinçlerini kullandık; dümene geçtik. İşin en zevki tarafı tabii ki dümen başında geçirdiğimiz zamandı. O zaman geminin kaptanı rolünü üstleniyorduk. Rüzgar arkamızdan geldiği için yapacağımız dönüşlerden önce “alesta kavança” deyip arkadaşları uyarıyorduk. Mürettebattan da “Alesta” sesi geldiğinde safralar zıt yöne hızlıca hareket ediyorlar, vinç başında olanlar yelkeni ya boşa alıyorlar yada çekiyorlardı. Herkes her görevi sırasıyla yaptı.

Saat 12:00 civarı koya gelip, demirledik. Yemeklerimizi yedik.

Saat 13:00 civarı rüzgarı karşımıza alıp, dönüş yolculuğuna başladık. Hava açmış; güneş bulutların arasından görünüyordu.

“Alesta tramola” ve “Alesta” nidalarıyla bir vinçten diğer vince yahut safraysak iskeleden sancağa yada sancaktan iskeleye atıyorduk kendimizi… Bu atmalar bizi bayağı bir yordu.

17: 00 civarı Kalamış marinaya girip, yolculuğumuzu bitirdik.

19:00 civarı Kalamış Marina’da bulunan Develi restoranında çektiğimiz fotoğrafları ve videoları seyrederken akşam yemeklerimizi yedik.

Bu yağmurlu ve soğuk bir günde gerçekleştirdiğimiz mücadele çok yorucuydu ama o kadar da bir keyifliydi. Bu doğayla mücadele bana ilerisi için yeni ufuklar açtı.